BARAKA (ODTU mezunları) dergisi Ocak-Nisan 2017 Sayısı\'nda değerli üyemiz ve haber ekibimizden Nukhet Barlas\'ın, fotoğraf ve kuşlar üzerine söyleşisi yayınlanmıştır. Trakus\'a da yer verdikleri için kendilerine teşekkür ederiz.
ODTU Endüstri Mühendisliği 1978 mezunuyum. Mezuniyetin ardından bir dönem ODTU Mersin Deniz Bilimleri Enstitüsü’ne devam ettim. Sonra sınıf arkadaşım Yaman’la evlenip onun lisansüstü eğitimini sürdürdüğü ABD’ye gittim. O doktora yaparken ben de Atlanta’da bir sağlık planlama şirketinde bilgi işlemci olarak çalıştım. Yaman mezun olup Miami University’de hocalığa başlayınca ben de okula dönüp Çevre Bilim Master programına katıldım. Derecemi aldıktan sonra Cincinnati’de bir Çevre/Mühendislik danışmalık şirketinde işe girdim. Birkaç yıl sonra oğlum dünyaya geldiğinde biz Istanbul’a kesin dönüş yapmaya karar vermiştik. İstanbul’da aynı uluslararası şirketin Türkiye’deki projelerine freelance olarak katılmaya başladım. Ayrıca, Doğal Hayatı Koruma Derneği’nin yönetim kurulunda altı yıl yer aldım. Arada sırada çevre konularında gazete yazıları yazıyordum. Sonra küçük öyküler yazmaya başladım. “Çağımızın Çevre Sorunları” kitabım 2013’de yayımlandı. Şu sırada da çevre konulu roman formatındaki yeni kitabımı yayıma hazırlıyoruz.
Fotoğrafa nasıl başladınız? Özellikle Ornito (Kuş Bilimi - Kuş Gözlem) fotoğrafçılığı ilginiz nasıl başladı?
ODTU yıllarında fotoğraf çekmek hep ilgimi çekerdi. Ustaların fotoğraflarına bakar, öyle çekici kareler yakalayabilir miyim, diye düşünürdüm. Fotoğrafa meraklı arkadaşlarım da vardı. Ama karanlık oda tarafı pek ilgimi çekmiyordu. Digital kameralar çıktıktan sonra iş değişti. Küçük kameramla denemeler yapmaya başladım. Kitaplardan kompozisyon, ışık, fotoğraf işleme gibi temel şeyler öğrendim. İnternet geliştikçe bilgiye ulaşmak da kolaylaştı. Hiç fotoğraf kursuna katılmadım ama epeyce okudum. Aslında, özellikle teknik konusunda daha öğreneceğim çok şey var. ODTU Fotoğraf Çalışma Grubu’muzdaki bazı ileri kurslara katılmak istedim ama zamanlamayı bir türlü denk getiremedim. İstanbul benim için her zaman çekici bir şehir oldu. Bir bölgeyi kitaplardan okuyup sonra kameramla sokak sokak dolaşmaya bayılırım. Gerçi epeydir kuş için araziye koşmaktan buna pek vakit ayıramaz oldum. Böyle gezinirken bu şehirdeki kedilerin ne kadar güzel olduğunu ve adeta mahalle sakinleri gibi kabul gördüklerini farkettim. Tarihi, turistik mekanlarda bu mahalle kedilerini fotoğraflamaya başladım. İstanbul, 2010da Avrupa Kültür Başkenti seçilince ben de “Avrupa Kültür ve KEDİ Başkenti” diye bir sanal sergi yaptım. Resmi siteye alındı, logo desteği verildi. Hoş bir deneyim oldu benim için. Bu arada “stock photo”lar da çektim. Genelde yaptığım işlerde belli bir standardı tutturmak isterim. Stock fotoğraf farklı bir yaklaşım olsa da bir editörün kabulünü alan fotoğraflar çekebildiğimden emin olmak istedim. Artık her gönderdiğim fotoğraf kabul edilmeye başlayınca ilgim azaldı. Epeydir yeni kareler yüklemiyorum ama arada bakıyorum küçük satışlar olmaya devam ediyor.
Aslında kuşlara ilgim çok eskidir. ABD’de yaşadığım dönemde kırmızı kardinalleri, mavi jayleri izlemeye bayılırdım. İlk kuş kitabımı 80’lerde almışım. O zamanlar digital kameralar yoktu, kamera ve tele-objektifler çok ağırdı. Kuşlara fazla yaklaşamadığınız için mutlaka tele-objektif gerekiyor. Istanbul gezintilerimde bende 18-200mm lens vardı. Boğaz’da dolaşırken yakınımdaki martıları çekmeye başladım. Bir ilkbahar günü Baltalimanı civarında bir kuğu görüp çok heyecanlanmış, güzel fotoğraflamaya çalışmıştım. Sonra TRAKUS (Türkiye’nin Anonim Kuşları) adındaki sivil toplum kuruluşunu keşfetmek bu konuda müthiş ufkumu açtı. Web sitesinde görülebileceği gibi, orası fotoğraf paylaşmanın çok ötesinde yaşayan bir ansiklopedi gibi. Gözlemlerimizle bilgi de üretiyoruz. Artık sadece fotoğraf çekmek değil, gözlem yapıp, bilgi de üretiyorum. Bazen yalnız, bazen ekip arkadaşlarıyla arazide keyifli saatler geçiriyorum. Kuş fotoğrafçılığı için gerçekten doğayı sevmek şart ve epey sabır da gerekiyor. Bazen uzun süre bir tek kuşu seyrederek bekliyorum, ama orada bulunmak da hoşuma gidiyor. Bundan zevk almazsanız bu iş çok sıkıcı gelebilir. Türkiye kuş açısından çok zengin bir ülke. İstanbul da kuş açısından olağanüstü bir yer. Yılda iki kez üzerimizden leylekler, şahin ve kartal gibi yırtıcılar, binlerce kuş geçiyor. Küçük kuşlar da göç sırasında bu civarda konaklıyor. Ama İstanbul’da yaşayan milyonlarca insan bu olağanüstü doğa olayından habersiz. Çevrenizi o gözle incelemeye başlarsanız şehirlerde bile çok çeşitli kuş görebiliyorsunuz. Benim Etiler’deki evimin civarı yeşillik. Bugüne kadar pencereden çektiğim, gözlemlediğim kuş türü yirmiyi rahat geçer. Tabii, çok üzücü olan kuşların yaşam alanlarında büyük bir doğa yıkımı yaşanıyor olması. Zaten dünyada da kuşların üreme, beslenme, göç sırasında dinlenme alanları ciddi insan baskısı altında. Avlama, yakalama, elektrik direklerine çarpma… derken her yıl milyonlarca kuş ölüyor. Dünyada kuş sayıları hızla azalıyor. Ben kuşçuluğa başladığımdan beri örneğin, göçmen kuşların dinlenip beslendiği Riva’da gördüğüm kuşlar çok azaldı. Yaban hayatı için o kadar önemli bir bölgenin yapılaşmasını izlemek, inşaat kamyonlarının dolaştığını görmek çok üzücü. Fotoğraf çekmenin bir de böyle hüzün veren bir yanı var. Çektiğiniz bir kuş belki birkaç saat, belki birkaç gün sonra yaşamıyor olacak. Bazı türler de belki birkaç yıl sonra buralarda hiç görülmez olacak. En azından kayda geçirmiş oluyoruz. Farkındalığı da biraz artırabilsek ne mutlu.
Fotoğrafın hangi alanlarlı ile uğraştınız ya da uğraşmak istersiniz?
Konu ne olursa olsun çok çekici fotoğraflar çekilebileceğini düşünüyorum. En başta doğanın canlı-cansız her parçası ilgimi çekiyor. Bir kaya parçası, gökyüzü ya da bir yaprak, böcek, kuş, insan… Hepsi ilginç olabilir. Portre de seviyorum ama izin istemeden çekemiyorum, izin isteyince de doğallık bozuluyor. Ayrıca o kareleri paylaşmakta da sorun var. Mesela buraya portre koyamadım. Kar, sis gibi doğa olaylarını zaten severim. Bir de gece fotoğrafları… Bu konuda tekniğimi geliştirmek, mutlaka o karanlık dünyadan ilginç görüntüler yakalamak istiyorum. Öte yandan, gayet soğuk mimari veya endüstri fotoğraflarını da seviyorum. Tersane, rafineri, dökümhane… ilginç mekanlar. Fabrikalar bana kocaman oyuncaklar gibi gelir. Belki Sümerbank camiasında büyümenin etkisidir.Teknolojinin de çok hızla değiştiği bir dönemden geçiyoruz. Yeni garip merceklerle, “sizin yaptığınız gibi drone kullanarak” filan çok yaratıcı fotoğraflar ortaya koyanlar var. Bunlara da zaman ayırmak eğlenceli olabilir. Yani her zaman keşfedecek, deneyecek yeni şeyler var.
Nükhet hocamı tetikleyip işte bu an dedirten ve deklanşöre bastıran anlar nelerdir?
Fotoğrafımın teknik olarak hatasız olmasını isterim elbette ama esas aradığım bir estetik yakalamak. O karenin bir de öyküsü olabilirse, işte benim için en güzel kare odur. Kuşçuluğumun ilk aylarında tam karşımda bir örümcek kuşu erkeği gelip tavlamak için dişisine bir böcek ikram etti. Bunu kaydedebilmek harika bir duyguydu. Ama bir öyküsü olması için canlı obje de şart değil tabii. Yerde devrilmiş duran bir ayakkabı da karedeki atmosfere bağlı olarak bir öykü çağrıştırabilir. Bazen yolda yürürken bir an çok hoş bir görüntü yakalıyorum. Kameram yanımda yoksa veya vasıtayla hızla geçiyorsam kaçırıyorum tabii ama “sadece bakmanın, görmenin” zevkini de unutmamak lazım. İlla kayda geçirmek şart değil.
Fotoğraf desek, Fotoğrafçı olmak desek Nükhet hocamın aklına gelenler nedir acaba?
Fotoğrafçılık sanata yakın, yaratıcı bir uğraş. Sanat düzeyine çıkaranlar var şüphesiz. Kendimi hep amatör olarak görüyorum. Çünkü her zaman eksikler, öğrenecek şeyler var. Stüdyo fotoğrafçılığı farklı olabilir ama kendi fotoğrafçılığım sanki avlanma içgüdüsüyle de ilintili gibi geliyor. Av yerine, bir “görüntü” peşindeyim. Avcı objeyi öldürürken bizler görüntüde yaşatıyoruz. Kuşçular olarak, zaten avcıları kamerayla avlanmaları için yönlendirmeye çalışıyoruz. Fotoğrafçılığın bir diğer yanı insanın ruhuna iyi gelmesi, bir çeşit meditasyon olması. Orada belli bir şeye odaklanıp kuş, böcek, kurbağa sesleri ve rüzgar hışırtıları arasında o anın farkına varmak, başka herşeyi unutmak… Bir makale okumuştum, kareyi güzel yapacağım diye düşünmeye başlayınca yani, işin içine yaratıcılık girince meditasyon bitermiş. Ama yaratıcılık da bu işin diğer önemli boyutu tabii.
Klasik soruyla bitirelim. Fotoğrafçılığa yeni başlayacaklara önerileriniz nedir?
Her ne kadar Ara ustamız, “dikiş makinesiyle de fotoğraf çekerim,” demişse de onun zaten bir büyücü olduğunu unutmamak lazım:) En basit kamerayla da onun öyle büyülü kareler çekebileceğine inanıyorum. Ama bence kamera, lensler fotoğrafta epey farkediyor. Hele kuşçulukta çok farkediyor. Fakat teknoloji o kadar gelişti ki, kamerayı öğrenmek de çok kolay bir süreç değil. Çok ileri kameraların el kitapları ansiklopedi gibi. Şu an kullandığım kameranın kaçta kaç kapasitesini kullanıyorumdur, bilmem. Birçok becerisinin farkında bile değilimdir. O yüzden bence biraz basitinden başlamak, bilgi ve beceriniz geliştikçe, ekipmanın yeni özelliklerine gereksinim duydukça bir üst modele geçmek bana mantıklı geliyor. Kendim böyle yaptım.
Önemli bir konu da, her insan etkinliği gibi fotoğraf çekmenin de bir “ekolojik ayak izi” olduğunu unutmamak. Arazide dolaşırken benzin harcıyoruz, kameralar, piller, uzun saatler bilgisayar kullanmak… herşeyin çevre maliyeti var. Daha fazla maliyet yaratmamak için dikkat etmeye çalışıyorum. Ayrıca, güzel bir kare uğruna doğaya, canlılara zarar vermeyi sanırım kimse istemez. O kuş veya hayvanı rahatsız edeceksem yaklaşmıyorum. Uzaktan izleyip bilgi toplamaya, davranışlarını gözlemlemeye, daha geniş çerçeveden habitatıyla bir kare yakalamaya çalışıyorum. Zaten keşfetmek, öğrenmek bu işi daha ilginç ve zevkli yapıyor. En önemlisi de bu işi zevkle ve huzurla yapmak. Fotoğrafçılığı keyif için yaptığımı kendime hep hatırlatıyorum. Bence bütçeyi de fiziksel koşulları da çok fazla zorlamamak lazım. İnsan kendisini yarıştaymış gibi hissederse bu iş yeni bir stres kaynağına döner. Bence görüntü peşinde her anın tadını çıkarmaya, keyfini almaya çalışmalı.\"