Reykjavik\'e eşim Yaman\'ın katılacağı bir konferans için akşamüzeri vardığımızda hafif yağmur vardı. Odaya yerleşirken karşı çatıdaki kara sırtlı martıyı fark ettim. Çatıda dolaşıyor, arada uçup gidiyor ama illa geri geliyor... Sanki beklediği bir şey var. Sonra çıkıp yemek yemeye gittik. Döndüğümüzde yine orada oturuyor ve sanki heyecanlanmış. Derken... balkona bir kadın çıktı ve kutudan bir şeyler alıp balkonun kenarına koydu, geri çekilip bekledi. Bizimki hemen oraya kondu ve birkaç saniye içinde hepsini mideye indirip havalandı. Evin tepesinde bir döndü ve uçup gitti. Ertesi gün şehrin ortasındaki göl kıyısında insanların ördeklere ve martılara yiyecek attığını görünce bunun o kadar da ilginç olmadığını düşündüm.
Akşam odaya döndüğümüzde martı yine yerindeydi ve sonraki her akşam da oradaydı. İzlanda için epey sıcak sayılan (16 derece olduğu) günde evin hanımı kolsuz bluzuyla bahçede güneşlenirken köpeği yanında, bizim martı da çatıdaydı ve sanki onların peşinde badi-badi dolaşıyordu. Bir gece de, sanırım evde kimse yoktu, kafasını havaya dikip miyavlar gibi sesler çıkarmasına çok güldük.
İstanbul\'a dönüşümüzden bir gün önce öğle yemeğinden artan deniz ürünlerini martıya vermek için yanımıza aldık. Bahçe kapısında evin hanımını görünce Yaman aşağı indi. Martıya bakıp konuştuktan sonra gülmeye başladılar ve bana el salladılar. Meğer yavruyken bu çatıya gelmiş ve on yıldır evin hayvanı gibi her gün gelip karnını doyururmuş. Adını da Dittir koymuşlar (Timur beyin hatırlatmasıyla, kız evlat anlamına gelen kelime olabilir).
Bu dostluk çok hoşumuza gitti ama ahbaplığı ilerletecek zamanımız kalmamıştı; ertesi gün son günümüzdü. Sabahın çok erken saatinde odadan ayrılırken pencereden çatıya göz attım, Dittir henüz gelmemiş. İzlanda seyahatimizi kişiselleştiren hoş bir hatıra olarak hep aklımızda kalacak.
Nukhet Barlas / Trakushaber