Hikayesi…
2009 yılının yağmur sonrası Nisan başı, gece yarısını çok geçe ben Kapadokya’dan (o tarihlerde Ürgüp’te bir meslek yüksek okulunda 2 haftada bir finans dersleri veriyorum), Sevgili Arkadaşım Zafer Tekin de Ankara’dan yola çıkmış, daha gün ağarmadan Kozanlı Gökgölet’te buluşmuştuk. Sabahın keskin soğuğu içimize işlerken, kampetimizi kurup, kamuflaj örtülerimizi üzerimize çekip, çekim yapılabilecek hale gelene kadar güneşin doğumunu beklemiştik.
Gökgölet, Konya’nın Kulu ilçesinin Kozanlı Beldesinin (ismin, Adana’nın Kozan’ında sürülenlerin yerleştiği bir yer olmasından geldiği söylenir) sınırları içinde; tıpkı ait olduğu belde gibi büyük olmayan, kavruk bir gölcüktür; yer yer bataklık, yüzeyinin önemli bir bölümü sazlarla kaplı; çevresi yüksek olmayan dağ ve tepeliklerle çevrili avuç içi kadar bir yerdir. Gölün doğuya bakan kıyısı hafif yüksek bir tepeye yaslanmıştır. Ve güneşin doğduğunu ancak gölün karşı kıyısına ışık vurduğunda anlarsınız.
Su kuşları doğu kanadında o saatlerde hep üşür, başları tüylerinin arasında… Suyun üstünde bıraktıkları izleri takip ederek, gölün evsahibi balıklarının nazlı nazlı yüzdüğünü anlarsınız. Kıyıda başaklar boy vermiş sansanız da onlar aslında sazların yeşil kalmış dallarıdır… hava erguvani ve binbir renkte kokuyu taşır genzinizden taa ciğerlerinize…
Bazen bir his olur içinizde, dersiniz ki bugün farklı bir gün, bir şey olacak ama ne? Ve hiç tasvir ve tarif edemezsiniz… bir şey olacak ama…? O günün öyle günlerden biri olduğunu ikimiz de biliyorduk, birbirime itiraf etmesek de… Güneş ışıkları kampetimizin ayak ucundan, sonra yavaşça sırtımızdan önümüze düştü. Sakarmekeler suyu yararak telaşlı, önümüzden geçti, sazdelicesi suya konar gibi yaptı vazgeçti uzaklaştı; ilerde çıkrıkçın ve bahrilerin sesleri birbirine karışıyordu… ötücüler henüz uyanamamış olacak ki sadece serçelerin sesleri duyuluyordu.
Ancak beklediğimiz ne bahriler, ne balıkçılar ne de ördeklerdi. Beklediğimiz gökyüzünün derinliklerinden martı gibi süzülüp, kurşun gibi suya çarpacak balık kartalı idi. Öğleye kadar nafile bekledik. Sonra göletin kenarına iliştirilmiş ufak piknik alanında çayımızı demledik, yanımızda getirdiğimiz azığımızı yedik. Arkadaşım hafif kestirirken ben çevreyi bir kolaçan edeyim dedim. Gölün karşı kıyısına doğru rahvan yol alırken, gri renkte iki irice kuş gözüme çarptı. Sanki ben orada yokmuşum gibi arabamın önünde yürüyerek geçtiler, çayır alanda otlanmaya başladılar… Kuş gribalıkçıldan heybetli ama tıknaz bir adamdan az kısaydı… kuşu biliyor, kuşu tanıyordum ama bir türlü o arada o mekanda rastlayabileceğime ihtimal veremiyordum; kendimi ikna sürecim hayli zaman aldı, orada o dakkada donup kalmıştım; arabamın yan kodluğundaki cep telefonuma uzanamıyordum… ya kaçarsa…
Neyse bir fırsatını bulup Zafer’i aradım. Kısık bir sesle “hocam burada turna var”… inanmadı, turna değildir o dedi. Valla turna gel yahu dedim. Neyse geldi ve şölen başladı, gün boyu akşama kadar çekimlerini yaptık. Hayvanlar göçten yeni döndüklerinden yorgun ve açlardı. Bizim ısrarcı çekimlerimize müsaade ettiler…
Haberi…
Anadolu Dağ Turnası (Grus grus archibaldii) keşfedildi. 4 Nisan 2009 tarihinde Sevgili Zafer Tekin'le çıktığımız Kozanlı Konya arazisinde rastlamıştık. Çekimlerini yaptık. Tanı konması 3 yıl aldı. Ama nihayet turnalarda bize özgü bir tür var, çok mutluyuz. Buarada misafirimiz olan Cavit Abiyi (Bilen) de sevgiyle anıyoruz...
http://www.kesfetmekicinbak.com/anadolu-dag-turnasi-kesfedildi/3013n.aspx#
Not: Herhalde türler sayfasına yeni bir isim eklemek gerekecek, anadolu sıvacısından sonra sanıyorum, anadolu ön adını alan ikinci kuş türü:))