Avustralyada yaşayan hayvanların isimlerini zamanında kimler vermişse pek de yaratıcı değillermiş. Bir çoğu kizilderili ismi gibi; Mavi Dilli Kertenkele, Beyaz Yanaklı Bal Kuşu, Sarı Gözlü Penguen, Yılan Boyunlu Kaplumbağa, Gri Kafalı Uçan Tilki.. Ufak tefek tercüme hataları yapmış olabilirim ama Avustralyada yaşayan buna benzer isimli bir hayli fazla hayvan var. Yine böyle isimli hayvanlardan birinden iki sene kadar önce haberim oldu.
Turuncu Göbekli Papağan. Yazları Tazmanya adasının medeniyetten uzak bir köşesine üremek için gidiyorlar, kış gelince de yavrularını alıp ana karanın güneyine dağılıyorlar. Fakat bir sorun var ki anakara Avustralyada kışları geçirdikleri topraklar insanlar tarafından yokediliyor. Besin bulacakları yerler ve aynı oranda da bu kuşların sayıları giderek azalıyor. Öyle bir kaç yüzlerden, binlerden bahsetmiyorum, geçen senenin üreme mevsimi sonunda dünyadaki toplam birey sayısı sadece yirmi dört. Yani bir başka tür daha sonsuza kadar yok olmanın eşiğinde. Çok değil, sadece 80 yıl önce, 1930′da, aynı bölgede yaşayan Tazmanya kaplanlarının sonuncusu da bir avcı tarafından öldürülmüş, şimdi ise bir kuş türü yok olmak üzere.
İşte bu sebeplerden dolayı 2012 bu kuşu görmek için belki de son şanstı. Aylar öncesinden planları yaptık ve benim gibi bir kuş sevdalısı Dave ile yollara düştük. Hedefler sırasıyla Turuncu Göbekli Papağan, sadece Tazmanyada yaşayan 14 farklı tür kuş ve son olarak da mümkün olduğunca iyi fotoğraflar
Yağmurlu ve karanlık bir Cumartesi sabahı Sidneyden Tazmanyanın başkenti Hobarta uçtuk. Havaalanında kiralık arabamız (her ne kadar yanındaki kırmızıyı istesek de) süt mavisi Hyundai Getzle buluştuk. Daha sonra bebek yüzlü katil ismini taktık kendisine ama o hikaye sonraki bölümlerde. Bu arada bir de küçük problem yaşadık, uyku tulumum uçaktan çıkmadı ve havayolu firmasıyla yarım saat konuşmak zorunda kaldık. Sonradan öğrendik ki kendisi Sidneyde uçağa binmemek için ısrar etmiş, bagaj görevlileri de onu kırmamışlar ama neyseki sonradan ikna edip ertesi gün adaya varacak uçuşa bindirmişler. Çok problem olmadı çünkü zaten uyku tulumu gezinin ikinci bölümü içindi. Biraz önce adanın medeniyetten uzak köşesi derken şaka yapmıyordum, bu papağanların yazın yaşadıkları ve üredikleri yeri tarif ederken. Öyle arabayla falan gitmek mümkün değil çünkü zaten yol yok.
İki seçenek var, ya dokuz gün yürüyecek (ki 15 kiloluk fotoğraf çantası artı yiyecek giyecek, pek mümkün değil) ya da özel bir havayolu firmasıyla anlaşıp çift pervaneli sekiz kişilik bir uçağa binip toprak piste iniş yaparak varacaktık. Tabii ki ikinci yolu seçtik ama ilk uçuş Pazartesi günüydü ve daha iki gün vardı. Bu zaten planlar dahilindeydi ve Pazar günümüzü bir okyanus turuna ayırmıştık. Cumartesi öğleden sonranın büyük kısmını Pazar gideceğimiz tekne turunun olduğu şehir yolunda geçirdik. Normalde Hobart Eaglehawk Neck yolu bir saat sürüyor. Ama arabada iki kuşçu olunca beş saatte ancak varabildik geceyi geçireceğimiz otele. Yolda yanlış hatırlamıyorsam toplam altı yeni kuş türü gördüm, uzun süren yolculuktan şikayetçi olduğum ise pek de söylenemez.Pazar sabahı 6′da kalkıp teknenin kalkacağı limana gittik.
Daha önce de bu tür turlara katılmıştım ama şansıma hava hep güneşliydi. Bu sefer ise yağmur yağıyor, üstelik de rüzgar, teknenin olduğu koy kısmen kapalı olmasına rağmen, epey bir dalga yapıyordu. Sekiz metrelik tekne bu hava şartlarında gözümde iyice küçüldü. Neyse bu kadar yol geldik, ucunda da albatroslar var, korktum, binmiyorum demek olmaz. Açıldık okyanusa doğru, bir metrelik dalgalar oldu 3-4 metre, fotoğraf çekmek bir kenara, ayakta durmak bile neredeyse imkansız, neyseki 1-2 saat açıldıktan sonra yağmur da azaldı rüzgar da
Fotoğraf çekmeye nihayet başlayabildim. Kısaca bu turlardan da bahsedeyim. Genelde okyanus kuşlarının araştırmasını yapan dernekler ya da özel rehberler bu turları gelir elde etmek için düzenliyorlar. Teknenin arka tarafında yol boyunca denize kıyma balık karışımı yem atan bir görevli var. 3-4 saat boyunca okyanusa açılıyor ve geçtiğimiz yerlerdeki kuşları atılan yemlerle teknenin etrafına topluyoruz. Kuşlar derken, öyle alelade martılardan söz etmiyorum. 2-3 metrelik albatroslar, çeşit çeşit yelkovanlar ve daha birçok okyanus kuşu.Arada foklar, yunuslar nadiren balina ve köpekbalıkları da denk gelebiliyor. Bir ara teknenin kaptanı, önceki gün tutulan yarım metrelik balıklardan birini halatla bağlayıp suya bıraktı. Aradan yarım saat geçmedi ki, 4 metrelik bir köpekbalığı teknenin etrafında jaws misali yüzmeye başladı. Aramızda sadece bir kaç metre var, ben küçüçük teknedeyim, o suda, heyecandan fotoğraf bile çekemedim, ağzım açık seyrediyorum. Bir ara halatın ucundaki balığı dişledi, sallamaya başladı, koparamayacak falan derken bir ısırıkta halatın da yarısını kopararak balığı alıp kayboldu. Ağzımı kapatıp fotoğraf çekmeye başlamam epey bir zaman aldı. Neyseki Dave köpekbalığının bir kaç fotoğrafını çekebilmiş de kanıt olarak elde birşeyler var.
Özellikle tekrar okuyunca tam avcı hikayesi gibi geliyor. Akşam saat 4 gibi okyanus turu bitti ve limana döndük. Saatlerce ayakta durmaya çalışmak, fotoğraf çekmek ve bir de deniz tutması, insana acaip enerji kaybettiriyor. İnince toprağı öpmek istemedim desem yalan olur ama pek dinlenecek vakit yoktu. Hobarta geri dönmemiz, havaalanından benim uyku tulumunu ve gezinin ikinci kısmına katılacak bir arkadaşı almamız gerekiyordu. Bunları halledip, yemekti, alışverişti derken otele yerleştik ve ertesi gün yapacağımız yolculuğun hayalini kurmaya başladık.
İlerleyen saatlerde rahat batmış olacak ki bir de gece yürüyüşü yapıp etrafta baykuş arayalım fikri kafamızda belirmeye başladı. Dave ve ben arabaya bindik ve yakındaki ağaçlık bir alana gidip yürümeye başladık. Elde fenerler ve fotoğraf makinaları, zifiri karanlık, ikimizden de çıt çıkmıyor. Etrafta bir ses duyarsak kaçırmayalım diye. Tam o sırada benim telefonum bangır bangır çalmaya başladı. Hiç beklemediğim bir anda hiç beklemediğim bir arkadaşım, Sevil arıyor. Artık ona ne dedim o anda hatırlamıyorum ama umarım kötü bir şey söylememişimdir. Aradığımız baykuşlardan biri olduğunu düşündüğümüz bir karaltı ve hışırtı dışında pek farklı birşey göremedik, fotoğraftaki Possumlardan bir kaç tane, o kadar.
Fazla ısrar etmeyip otele dönmeye ve gezinin ilk kısmını burada sonlandırmaya karar verdik.
Doğadaki son 24 papağandan birini görebildik mi? Artık ikinci bölümde..
http://fthsm.wordpress.com/2012/03/28/tazmanya-1/
Haber: https://yesilgazete.org/234-hak-orgutunden-ortak-aciklama-yaban-hayvanlarini-oldurme-izni-geri-alinsin/?fbclid=IwAR0n5zLrXIXXdUWUASK8p0oojfCaIOHvW_fmTze-kmn9j9ydthTSYCoHFEU