Tarihler
2008 yılı Temmuz ayının son günlerini gösteriyordu. Oldukça kurak geçen
bahar ayları sulak alanlar açısından zor geçecek bir yazın da
habercisiydi... Kara haber çabuk yayılır, derler. O yılın ilk kara
haberi de gecikmedi. Arayan, Tuz Gölü\'nün kıyısındaki Gölyazı\'dan bir
Doğa Derneği üyesiydi. Bir flamingo yavrusunu köy çeşmesinin önünde su
içerken görmüş ve şaşırarak telefona sarılmıştı. Doğrusu şaşırılmayacak
gibi değildi...
Yumurtadan çıktıktan sonra uçana kadar bir arada
bulunan flamingo yavrularından birinin sürüden ayrılarak uzun bir mesafe
kat ettikten sonra, insanların içine girmesi asilik ve yaramazlıktan
daha fazlasını ifade ediyordu. Sonrası çok hızlı gelişti...
Tuz
Gölü\'ne gittiğimizde karşılaştığımız korkunç manzara çeşme başına kadar
gelen flamingo yavrusunun hikâyesinin arkasındaki gerçekleri
açıklıyordu. Binlerce flamingo yavrusu daha uçamadan susuzluktan
kuruyarak ölmüştü. Flamingolara hayat veren gölün kurumasına, Konya
kanalından göle gelen atık suların kesilmesi de eklenmiş ve çatlak göl
tabanı adeta bir toplu mezara dönüşmüştü. Hesapsızca yiyip içen bizdik
ama faturayı hayatlarıyla ödeyen flamingolardı. Ancak bu daha
başlangıçtı. Birçok canlının yanı sıra fatura ödeme sırasının insana
gelmesi de çok uzun sürmeyecekti...
2013 yılının yaz aylarına
gelirken, tıpkı uçabilen flamingoların gölü terk etmesi gibi insanlar da
yavaş yavaş kuraklık ve ona bağlı sorunlar nedeniyle yaşadıkları
yerleri terk etmeye başlamıştı. Bir zamanlar Konya Ovası\'nın hayat dolu
sazlıklarından biri olan, ancak baraj inşaatı nedeniyle kuruyan Eşmekaya
Sazlıkları\'nın yanı başında oturan Ahmet Arık\'ın sözleri bölgedeki
insan yaşamının geleceğini ortaya koyuyor: \"Yerin üstünü de altını da
kuruttuk. Yüzlerce metre aşağıdan çektiğimiz su, çürük yumurta gibi
kokuyor. Su bitti, hayat da bitti. Artık bize de yol göründü. Kuşlar
gibi...\"
Tuz Gölü\'nde yaşanan neydi? Neden Türkiye\'nin ikinci en
büyük gölü, flamingolara can verirken bu defa onların canını almıştı? Bu
soruların yanıtı, bilimsel gerçeklerden uzak, doğayı değil, doğaya
dayalı rantı merkezine alan 40 yıllık hesapsız politika ve uygulamalar.
Bugün artık dönemsel yağışlar dışında su tutamadığı için büyük oranda
kuruyan Tuz Gölü\'nü geri getirmek istesek bile, yavaş yavaş yok olan
koca bir ekosistemi geri getirmek büyük bir hayal. Üstelik bugün işe
başlasak ve yanlış olan her şeyi düzeltsek dahi, bunun sonuçlarını tam
olarak görebilmek için yaklaşık bir 40 yıl kadar sabretmemiz gerekecek.
Artan
hastalıklar, büyük şehirlerin sunduğu sağlıksız yaşam koşulları son
yıllarda ne yediğimizi ne içtiğimizi daha çok sorgulamamızı sağladı.
Ancak bu konuda halen kat etmemiz gereken önemli bir yol var. Zira
Türkiye\'nin en büyük ikinci gölünün kurumasının temel nedeni, çayımıza
attığımız şekerler! Şeker, kabaca karbon ve suyun bir araya gelmesiyle
ortaya çıkıyor. Dolayısıyla şekerin hammaddesi olan şekerpancarına bol
miktarda su verilmesi gerekiyor. Eylül ayında uçsuz bucaksız Konya
Ovası\'nda görülen hasat edilmiş şekerpancarı dağları işlenerek şeker
haline getiriliyor. Şekerpancarının şekere dönüşmesi için gereken suyun
kaynağıysa, Tuz Gölü\'nü beslemesi gereken kaynakla aynı...
Tuz
Gölü\'nün de içinde bulunduğu Konya Havzası, Türkiye\'deki 26 ana su
havzası içinde en az yağış alanı. Devlet Su İşleri (DSİ) verilerine göre
havzanın yıllık su toplama kapasitesi ortalama 1 milyar 150 milyon
metreküp. Her yıl tüketilen su miktarı ise 1 milyar 786 milyon metreküp.
Yani olması gerekenden 636 milyon metreküp daha fazla. Başka bir
deyişle, her yıl bir Tuz Gölü\'nü dolduracak kadar su kaybediliyor.
Konya
Jeoloji Mühendisleri Odası\'nın raporu durumun vehametini ortaya
koyuyor: Bundan 20 yıl önce \"altı deniz\" denilen Konya Havzası\'nda su
seviyesi her yıl 1,5 metre düşüyor. Bunun nedeni, geçtiğimiz 30 yılda
Türkiye\'nin en kurak havzasında en fazla su isteyen tarım ürünlerinin
teşvik edilmesi.
20 yıl öncesine kadar Türkiye\'nin tahıl ambarı
olarak anılan Konya Havzası\'nda yetiştirilen buğday, arpa, yulaf gibi
ürünlerin yerini, aşırı su tüketen şekerpancarı, mısır, yonca ve kiraz
gibi ürünler aldı.
Bunun için önce havzadaki nehirler üzerine
barajlar kuruldu. Bugün havzadaki dokuz baraj nedeniyle akan tek bir
nehir dahi bulunmuyor. Bir süre sonra baraj suları yetersiz gelmeye
başlayınca çiftçiler yasadışı kuyular açarak yeraltı suyunu kullanmaya
başladı. Süreç içerisinde kaçak kuyuların sayısı on binlerle ifade
ediliyor. On beş, yirmi yıl kadar her şey yolunda gibi görünürken, 21.
yüzyıla girerken çark tersine dönmeye başladı. Suyun barajlarda
tutulması, ilkel sulama teknikleriyle oluşan israf ve seçilen ürünlerin
aşırı su tutması nedeniyle su kaynakları ulaşması gereken yerlere, yani
göllere varamadı. Göllerin diğer ana beslenme kaynağı olan yeraltı
suları da kuyulardan çekildiği için havzada bulunan Ereğli, Hotamış,
Eşmekaya, Tuz Gölü gibi eşsiz sulak alanlar birer birer kurudu.
Bölgedeki diğer sulak alanlarla birlikte Tuz Gölü\'ne ulaşması gereken
sular, şekerpancarı ve mısır gibi çok su isteyen bitkilerden elde edilen
şekerle birlikte damla damla evlerimize kadar ulaşarak çayımızı ve
yiyeceklerimizi tatlandırdı...
Söz konusu aşırı su kullanımı
sonucunda 40 yılda Türkiye\'de büyüklüğü 2,5 milyon hektar olan sulak
alanlarımızın neredeyse yarısı kurutulmuş, kurumuş ya da ciddi oranda
küçülmüş durumda.
Devamını National Geographic Türkiye\'nin Ağustos 2013 sayısında veya iPad Ağustos 2013 edisyonunda okuyabilirsiniz.
http://www.nationalgeographic.com.tr/ngm/1308/konu.aspx?Konu=2
***National Geographic Türkiye, Ağustos sayısında -Tehlike Altındaki Göller- haritasını tüm okurlarına hediye ediyor..