Diodoros ulaşabildiği kaynakları genellikle birebir kopyalayarak 40
kitaplık Dünya Tarihi (Bibliotheke) külliyatı yazmış Sicilyalı bir
tarihçiydi. M.Ö. 80 ve M.Ö. 20 yılları arasında yaşamış Diodoros
Karadenizin bir zamanlar göl olduğunu, Karadenizi besleyen nehirlerin
getirmiş olduğu suların gölün su seviyesini yükselttiğini, İstanbuldan
Karadenizin Marmara Denizine taştığını, oradan da Çanakkale Boğazını
oluşturarak Ege Denizine boşaldığını yazar. Karadenizden Ege Denizine
taşan suların Ege Denizinin sularını yükselttiğini, bu nedenle
Samothrake (Semadirek) adası balıkçılarının ağlarına eski uygarlıkların
kalıntılarının takıldığını söyler.
Diodorosun anlattığı bu efsane eski çağ tarihçileri ve modern bilim
insanları tarafından ciddiye alınmadı. Ta ki 1990lı yıllarda
Karadenizde yapılan bilimsel çalışmalar Karadenizin son buzul çağında
göl olduğunu ispatlayana kadar. Bugün bilim adamları tıpkı Diodorosun
anlatmış olduğu efsanedeki gibi Karadenizin bundan 18 20 bin yıl önce
göl olduğu, buzulların erimesi ve Karadenizi besleyen nehirlerin
getirdiği sularla Karadenizin yükselerek İstanbul Boğazından
Marmaraya taştığı ve sonra da Çanakkale Boğazı yoluyla Egeye
birleştiği konusunda hemfikir. Hemfikir olmadıkları tek konu bu olayın
ne zaman gerçekleştiği. Bilim insanları İstanbul Boğazının 5-7 bin yıl
önce oluştuğunu söylüyor. Diodoros bunu 2 bin yıl önce yazabilmişse
eğer, bu olaya tanık olan insanların anlatıları bir şekilde sözlü olarak
binlerce yıl anlatılmış olmalıydı.
Karadenizdeki canlı varlığının çoğu Akdeniz türleri
İstanbul Boğazının oluşumuyla Karadenizin suları tuzlandı.
Böylelikle Akdeniz türleri Karadenize geçebildi. Bugün Karadenizdeki
canlı varlığının %80i Akdeniz türleridir. Karadeniz geçirmiş olduğu tüm
bu süreçler yüzünden çok özel bir denizdir. En derin yeri yaklaşık 2 km
olan Karadenizin yüzeyden 100-150 metre aşağısından itibaren
bakteriler hariç canlı yaşamı yoktur. Çünkü Karadeniz dünyanın en büyük
anoksik-sülfür içeren su kütlesidir. Yüzeydeki yaklaşık %10luk kısım
aşağıdaki %90lık kısım ile kesinlikle karışmaz, oksijeni tamamen
atmosferden ya da Karadenizin yüzeyine olan nehir akıntılarından alır.
Bu nedenle Karadeniz aynı zamanda dünyanın en büyük meromiktik (dipteki
sularının asla yüzeydeki sularıyla karışmayan) su kütlesi özelliğini
taşır. Yüzey, derin kısımlara göre daha soğuk, daha az yoğun ve daha az
tuzludur. Derinler ise Akdenizden gelen suların etkisiyle daha sıcak,
yoğun ve tuzludur.
Geri dönüşsüz yok oluş
Dünyada 1 milyar insan protein ihtiyacını balıklardan sağlar.
Karadenizin yüzeyinde sadece 100-150 metre derinliğe kadar canlı yaşamı
olmasına rağmen yılda ortalama yarım milyon ton balık bu denizde
avlanır. Karadeniz tek başına Akdenizden fazla balığın avlandığı bir
denizdir. Türkiyede tüketilen balığın %90ı Doğu Karadenizden
yakalanır. Yüzey balıkları olan uskumru, sardalye ve hamsi en çok
avlanan türlerdir. Karadeniz balık yönünden bu zenginliğini ve bolluğunu
kapladığı alanın yaklaşık 5 katı büyüklüğünde olan su toplama havzasına
ve bu havzası boyunca akan nehirlere borçludur. Karadenizi besleyen en
büyük akarsular Tuna, Dinyeper, Dinyester, Don ve Kuban nehirleridir.
Bu nehirlerin getirdiği milyonlarca metreküp fitoplankton Karadenizdeki
balık bolluğunun ana sebebidir. Daha doğrusu sebebiydi.
M.Ö. 4. Yüzyılda Aristonun çok bereketli bir deniz ve çok büyük
balıkları barındırır dediği Karadeniz 20. yüzyılın ikinci yarısıyla
birlikte çok büyük badireler atlattı ve halen de atlatmaya devam ediyor.
Karadeniz ekosistemi geri dönüşsüz bir şekilde yok olmaya devam ediyor.
Bu yok oluşun tek sorumlusu ise Karadenizin etrafında ve su toplama
havzasında yaşayan biz insanlarız. 1950lerden beri Karadenizin başına
ne geldiyse tamamen biz insanlardan kaynaklanıyor.
Her şey 1950-1970 yılları arasında başlayan aşırı avlanma ve
Karadenizde besin zincirinin tepesinde bulunan büyük balıkların yok
olmasıyla başladı. Yılda yaklaşık yarım milyon ton balık tüketen
yunusların sayısı onda birine düştü. Ağlara takılma, balık stoklarını
tükettikleri gerekçesiyle balıkçılar tarafından öldürülme, yağı için
kasten vurulma gibi nedenlerle yunuslar aşırı şekilde avlandı. 1983
yılına kadar Türkiyede yunus katliamı devlet tarafından balıkçılara
bedava tüfek ve mermiler verilerek teşvik edildi. 1970 öncesi torik,
Karadeniz orkinosu, orkinos ve kılıçbalığı balıkçılar tarafından aşırı
şekilde avlandı. Bugün Karadeniz orkinosunun nesli tamamen tükenmiş
durumda. Besin zincirinin tepesinde bulunan bu balıkların tükenmesiyle
1970lerin başında zooplanktonlarla beslenen ve bu büyük balıkların
yediği balık türleri üzerindeki baskı kalktı ve nüfusları çoğaldı. Bu
sefer de bu balıkların yediği zooplanktonların sayısı hızlı bir şekilde
azaldı. 1980lerin başında denizanası nüfusunun da artmasıyla
zooplanktonların sayısı daha da azaldı. 1980lerde Karadenizde
denizanası nüfusu o kadar arttı ki 1 metreküp deniz suyunda en az 1 kg
denizanası biokütlesi bulunur hale geldi.
Karadenizin balık stoklarına yapılan ikinci darbenin farkına ise
1990′ların başında vardık. Besin zincirinin tepesinde olan büyük
balıklar aşırı avlanma nedeniyle yok olunca hamsi gibi zooplanktonlarla
beslenen balık stoklarında büyük patlamaların olması 1970 ve 1980ler
boyunca trol balıkçılığının artmasına ve aşırı avlanmaya neden oldu.
80lerin sonunda aşırı avlanma nedeniyle balık stokları dibe vurdu. O
yıllarda neden olduğumuz başka bir problem ise egzotik başka bir
denizanası türünün Karadenize gelmesiydi. Gemilerin balast sularıyla
Karadenize gelen ve bilimsel adı Mnemiopsis leidyi olan bu egzotik
denizanası türü de zooplanktonla besleniyordu. Hızlı bir şekilde tüm
Karadenize yayılan bu işgalci tür 1 metreküp deniz suyunda yaklaşık 2
kg biokütleye kadar çıktı. Zooplanktonların hem balıklar, hem de bu
işgalci denizanası tarafından hızlı bir şekilde tüketilmesiyle
Karadenizde bu sefer zooplanktonların besini olan fitoplankton
patlamaları meydana geldi. Fitoplankton patlamaları Karadenizde bir
yandan yüzeydeki besini tüketirken, diğer yandan yosun patlamalarına,
dolayısıyla Karadeniz suyunun berraklığının azalmasına ve su kalitesinin
düşmesine neden oldu. 1996 sonrası ise fitoplankton ve yosunların bir
miktar azalmasıyla zooplanktonlar hemen kendini yeniledi. 2000lerin
başında İstanbulda bol miktarda ucuza çinakop yiyebilmemizin sebebi
1996-2000 arası Karadenizdeki bu görece iyileşmeydi.
Günümüzde Karadenizin etrafında 165 milyon insan nüfusu var.
Sosyo-ekonomik olarak Karadenize bağımlı bu insanlar 6 farklı ülkede
yaşıyor. Türkiye, Ukraynadan sonra en uzun kıyı şeridiyle Karadenizi
en çok kullanan, dolayısıyla da en çok tüketen ülkelerden bir tanesi.
Bugün dar kıyı kesiminde şehirleşmeye bağlı olarak artan sanayileşme ve
kentsel atıklar, Karadenizi besleyen nehirler ve dereler üzerine devam
eden HES ve barajlar, Sinopa yapılması planlanan nükleer santral,
ekolojik anlamda Karadenizin ve Marmara Denizinin sonu olabilecek
Kanal İstanbul gibi projelerle Karadenizi tehdit etmeye devam ediyor.
Oysa Türkiye hükümetinin Karadeniz kıyılarımız boyunca yediğimiz
balıktan içtiğimiz çaya, ürettiğimiz fındıktan ektiğimiz mısıra kadar
her şeyi Karadenize ve onun yaratmış olduğu iklim ve coğrafi
özelliklere borçlu olduğumuzun farkına varması lazım.
Niyet beyanına rağmen
Bugün siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklarla boğuşan, Karadenize
kıyısı olan ve içinde Türkiyenin de yer aldığı 6 ülke 1996 yılında
Bükreş ve İstanbul Sözleşmelerini imzalayarak Karadenizin korunması
için niyet beyanında bulundu. Karadenizin biyolojik çeşitliliğinin
korunması, zehirli maddeler, deniz taşıtları, atmosfer nedenli
kirlenmelerin önlenmesi, azaltılması ve kontrolü, Karadeniz ekosistemini
etkileyecek karasal alanlardaki doğal kaynakların korunması ve en
önemlisi de bilimsel ve teknik işbirliği yaparak izleme çalışmaları için
çerçeve programlar hazırlayacakları hususunda anlaşmışlardı. Fakat sözü
verilen bu faaliyetlerin hemen hemen hiçbiri henüz gerçekleşmedi.
Hem ülkemizde hem de Karadenize komşu diğer ülkelerde hükümetlere bu
görevini hatırlatmak için çeşitli sivil toplum ve gönüllü kuruluşlar
birçok faaliyet yürütüyorlar. Türkiyeden Samsun Doğa ve Yaban Hayatı
Koruma Derneğinin yürüttüğü, Avrupa Birliği tarafından desteklenen
Temiz Nehirler Temiz Deniz Projesi Türkiye, Bulgaristan, Romanya,
Moldova ve Gürcistandan sivil toplum kuruluşlarını bir araya getiriyor.
Projenin amaçlarından biri de gerekli kamuoyunu oluşturup Karadenizin
korunması için hükümetlere Bükreş ve İstanbul Sözleşmelerinde taahhüt
etmiş oldukları sorumlulukları hatırlatmak ve gereğinin yapılması için
çalışmak.
Karadeniz, 5 ila 7 bin yıl önce deniz halini aldı. Eski Yunan filozofu
Aristo 2 bin 300 yıl önce Karadenizin ne kadar bereketli bir deniz
olduğunu söyledi. Sicilyalı tarihçi Diodoros 2 bin yıl önce Karadenizin
nasıl oluşmuş olduğunu yazdı. 16. yüzyıla kadar adı Pontos olan
Karadenize sadece 400 yıldır Karadeniz diyoruz. 60 yıl önce balıkçılar
bugün nesli tamamen tükenmiş devasa Karadeniz orkinoslarını avlıyordu.
30 yıl önce yakalanan hamsiler trol teknelerine sığmıyordu. O kadar çok
hamsi avlanıyordu ki gübre niyetine çay bahçelerine atılıyordu. Bugün
ucuza hamsi ya da çinakop yemek hayal oldu. Etrafında binlerce yıldır
medeniyetler kurmuş kavimlerin en değerli doğal kaynağı olmuş
Karadenizi sadece 60 yılda bu hale getirdik. Hem de geri dönüşsüz bir
şekilde. Ancak bundan sonrasını kurtarmak mümkün. Harekete geçilirse
mevcut durumu kurtarabiliriz, hatta biraz iyileştirebiliriz. Ama
Karadenizin dev orkinoslarını veya kılıç balıklarını geri getiremeyiz.
Eğer bir an önce harekete geçmezsek bu önce Karadenizin, sonra da
havzasında yaşayan milyonlarca insanın sonu olacak.
Önder Cırık - Yaban Hayat Uzmanı
Kaynak: http://yesilgazete.org/blog/2014/06/06/karadeniz-biter-mi-onder-cirik/
Haber: https://yesilgazete.org/234-hak-orgutunden-ortak-aciklama-yaban-hayvanlarini-oldurme-izni-geri-alinsin/?fbclid=IwAR0n5zLrXIXXdUWUASK8p0oojfCaIOHvW_fmTze-kmn9j9ydthTSYCoHFEU