Sevgili Trakuslular,
Yumurtalık Lagünleriyle ilgili Danıştay\'ın iptal ettiği karara dair haber yayınlamıştık. http://www.trakus.org/kods_bird/uye/?fsx=2fsdl22@d&sxc=1&id=714 haberden sonra Riyat (riyatg) beyin bizlere ilettiği, Kuş Araştırmaları Derneği-Yumurtalık Lagünleri yönetim projesi yürütücüsü İlker ÖZBAHAR(darkwingduck)\'ın aktardığı lagünle ilgili çok değerli bilgileri sizlerle paylaşıyoruz.
......................................................................................
Yumurtalık Lagünleri Milli Parkı üzerine…
İnsanlar dünyada birçok alanı kendilerinden koruyabilmek için koruma alanı olarak ilan ediyorlar. Bunun sebebi de yine alanlardaki insan baskısı. Yani sağ elimizle bozduğumuz şeyi sol elimizle korumaya çalışıyoruz diyebiliriz. Koruma alanları ve bunların sınırları insanlar tarafından oluşturulmuş kavramlar.
Bunları neden yazıyorum diye düşünebilirsiniz. Aslında bu yazı geçen sene benim de bünyesinde çalıştığım Kuş Araştırmaları Derneği, Adana’daki kamu kurumları, Deveciuşağı köyü ve Kaldırım beldesi sakinleri ve bilim adamlarından oluşan komitenin Yumurtalık Lagünleri’nin koruma statüsünün Milli Park olarak değiştirilmesi için Bakanlar Kurulu’na kadar götürdüğü kararın Danıştay tarafından iptal edildiği haberi üzerine yazıldı.
Düşündüğünüzün aksine bu karar Yumurtalık Lagünleri’nin kuşlarını kurtaramayacak. Yumurtalık Lagünleri’nin daha iyi korunmasını sağlayamayacak ne yazık ki. Bunun sebeplerini anlatacağım size bu yazıda.
İsterseniz önce biraz ön bilgi vereyim. Yumurtalık Lagünleri Ceyhan Irmağı’nın denize döküldüğü noktada taşınan alüvyonlarla son iki bin yılda oluşmuş çok verimli bir toprak parçası. Verimli olması nedeniyle hem bitkiler, hem hayvanlar ve tabii insanlar burayı kendilerine ev olarak seçmişler. Türkiye’nin Önemli Bitki Alanları listesinde, Önemli Kuş Alanları listesinde, Önemli Doğa Alanları listesinde ve Ramsar listesinde ayrı ayrı yer almasının sebebi de bu zaten.
Yumurtalık Lagünleri’nde nadir, nesli tehdit altında ya da korumada öncelikli 12 değişik bitki türü bulunmakta.
Ayrıca Türkiye’de bulunan 120 yusufçuk türünden 41’i bu alanda mevcut. 42 değişik sürüngen, 6 çiftyaşamlı canlı, 35 memeli türü alanda bulunuyor. Yumurtalık Lagünleri Nil Kaplumbağası’nın (Trionyx triunguis) üreme alanı, aynı zamanda yeşil kaplumbağa (Chelonia mydas) da kışlamak için Lagünleri kullanıyor.
2005’ten bugüne kadar yaptığımız araştırmalarda Tabiatı Koruma Alanı içerisinde 166 farklı kuş türü belirlenmiştir. Bu belirlenen kuş türlerinden 48 tanesinin alan içerisinde muhtemel veya kesin olarak üredikleri tespit edilmiştir. Belirlenmiş 166 kuş türü içinde 78 kuş türü Avrupa Birliği Kuş Direktifi’ne göre, 116 kuş türü Bern Sözleşmesi EK-II Listesine ve 162 kuş türü de Bern Sözleşmesi Ek-III listesine göre korunmaya alınmış kuş türleridir. Ayrıca 166 kuş türü IUCN Kırmızı Listesi’ne göre değerlendirildiğinde Sibirya Kazı ‘hassas’ (VU), Yaz Ördeği ‘hassas’ (VU) ve Gökkuzgun ‘tehlike altına girebilir’ (NT) olarak sınıflandırılmıştır.
Bu kadar önemli bir alanı korumak için Orman Bakanlığı Yumurtalık Lagünleri’ni 1993 yılında Doğal Sit Alanı, 1994 yılında ise Tabiatı Koruma Alanı ilan etmiş.
Tabiatı Koruma Alanı bildiğiniz gibi ülkemizde korumada en yüksek statüdür, Tabiatı Koruma Alanı ilan edilen yerlerde bilimsel ve eğitim amaçlı faaliyetler dışında hiçbir faaliyet yapılamaz. Alanın önemli olduğu düşünülerek ülkedeki en yüksek koruma statüsünün verilmesi biyolojik çeşitliliğe verilen önemin bir göstergesi olarak görünse de aslında alandaki sorunlarımızı çözmeye yetmiyor ne yazık ki.
Yumurtalık Lagünleri çevresinde yaşayan insanlar alanın bir bölümünde yasak olmasına rağmen tarla açmışlar. Alan içerisinde 500 civarında büyükbaş, 2000 kadar da küçükbaş hayvan bütün yıl boyunca otlamaktadır. Alanda bulunan iki önemli dalyanda geleneksel dalyan balıkçılığı yapılmaktadır, bölgedeki toplam balıkçı sayısı 500 kadardır. Dolayısıyla alan koruma statüsüne rağmen yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.
Ne yazık ki sorunlar bununla bitmiyor. Yumurtalık Lagünlerinde yüksek miktarda tuzluluk var. Bunun temel sebeplerinden biri Ceyhan Nehri’nden alana eskisi kadar tatlı su girişi olmaması. Bazı dönemlerde lagünlerdeki tuzluluk Akdeniz’in üç katına kadar çıkıyor. Bu da alanın çeşitliliğini azaltan önemli bir tehdit.
Ayrıca lagünlerin derinliği 2 metreden 30 santime kadar düşmüş durumda. Bunda özellikle kıyılardaki kumullardan rüzgar etkisiyle lagünlere doğru oluşan erozyonun etkisi çok büyük. Bu olay hem Türkiye’nin en bakir ve en uzun sahillerinden birini tehdit ediyor, hem de iç bölgedeki lagünleri dolduruyor.
Aslında bütün bu sorunlar 2005’te BTC Çevresel Yatırım Programı desteğiyle Kuş Araştırmaları Derneği tarafından yürütülen Yumurtalık Lagünleri Yönetim Planı Projesi kapsamında bütün paydaşlar ve ilgili gruplar tarafından belirlenmişti.
Bu sorunların çözümüne ilişkin faaliyetler, bu faaliyetleri kimin yapacağı, hangi kaynaktan bu masrafın karşılanacağına kadar hepsi ayrıntılı bir şekilde incelendi.
Yavaş ve derinden de olsa bu faaliyetleri Adana’daki kamu kurumları (İl Çevre Orman Müdürlüğü, İl Tarım Müdürlüğü, DSİ Bölge Müdürlüğü, Adana Valiliği, vs..) teker teker gerçekleştirmeye başladılar. Mesela erozyonun engellenmesi için İl Çevre Orman Müdürlüğü kumullarda kısa boylu bitkilerle bitkilendirme çalışması yapacak.
İl Tarım Müdürlüğü alandaki hayvanların beslenebileceği yakındaki bir mera alanını ıslah çalışmalarını gerçekleştirecek.
DSİ Bölge Müdürlüğü tuzluluğun azaltılması için alana tatlı su taşıyan kanalların temizlenmesi işini yapacak.
Fakat alanın statüsü bu faaliyetlerin gerçekleştirilmesine engel teşkil ediyor. Çünkü bu bölgede eğitim ve bilimsel amaçlı faaliyetler dışında hiçbir faaliyet gerçekleştirilemez diyor kanun. Dolayısıyla bu koruma statüsünün alanı korumaya yetmeyeceği açık. Çünkü Ceyhan Nehri’nin üzerine yapılan barajlar, sulama projeleri vs.. gibi diğer etmenler zaten alanı tehdit ediyor her an. Ama restorasyon projeleri bile Tabiatı koruma alanında gerçekleştirilemiyor.
Alan 2005 yılında Türkiye’nin Ramsar Alanları listesine dahil edildi. Ramsar Sözleşmesi korunan alanlarda ilginç bir yaklaşıma sahip. Özellikle geleneksel yöntemlerle yüzyıllardan beri sürdürülen ve sulak alanlara zararlı olmayan faaliyetlerin desteklenmesi gerektiğini öne sürüyor.
Tarım alanları, hayvancılık ve balıkçılık konusuna gelince Kaldırım ve Deveciuşağı köylerinin temel geçim kaynağının bu üç faaliyetten oluştuğunu hatırlatmakta fayda var. Koruma alanı içerisinde bu faaliyetlerin yapılması tabii ki kanuna aykırı ama halihazırda koruma alanındaki tarlasından veya oradaki kışlaklardan başka geçim kaynağı olmayan insanların da düşünülmesi ve çözüme dahil edilmesi gerek.
Yukarıda yazdığım cümleyi tekrar etmek istiyorum. Bir alanı koruyan koruma statüsü (milli park, tabiatı koruma alanı) değildir, orayı aktif olarak inceleyen, takip eden ve sorunlara çözüm bulan bir yönetim koruyabilir.
Alanları statüleri korusaydı bugün Sultan Sazlığı diye bir sulakalanımız olurdu. Seyfe Gölü Seyfe Çölü olmazdı. Ereğli Sazlıklarındaki kuşların çaresizliğini görmezdik.
Ama bütün bu alanlarda yaşanan sorun alanın koruma statüsü olmasına rağmen su rejimine dışarıdan yapılan müdahalelerin engellenememesidir. Bütüncül bir yönetim anlayışı oluşturulamadan bu alanları kaybettik ne yazık ki…
Adana’da ise 2005 yılından beri yaptığımız çalışmalarda bütün kurumların desteğini almayı başardık. Faaliyetlere, planlama çalışmalarına, toplantılara hepsini dahil etmeye çalıştık. Bu uzun süreç sonunda şu anda bütün kurumlar bahsettiğimiz çalışmaları gerçekleştiriyor.
Özellikle yereldeki desteğin ne kadar önemli olduğunu anlatmaya gerek yok, siz ne kadar korumaya çalışsanız da o yörenin insanının desteğini sağlayamazsanız etkin bir koruma gerçekleştiremezsiniz. İnsanlara rağmen değil, onlarla birlikte koruyabilmek önemli. Dünya’nın birçok yerinde bu şekilde koruma çalışmaları yapılıyor.
Alanın statüsünün Milli Park olmasının hikayesi böyle. Bütün kurumlardan temsilciler, yerel halkın temsilcileri, kooperatifler ve bilim adamlarından oluşan grup uzun tartışmalardan sonra alanın korunabilmesi için Tabiatı Koruma Alanı statüsünün uygun olmadığına karar verdi. Milli Park statüsü alanın yaşatılmasına yönelik faaliyetlerin gerçekleştirilebileceği en yüksek koruma statüsü olduğu için de alanın Milli Park yapılmasına karar verildi.
Milli Parkların içinde yapılabilecek faaliyetleri düzenlemek için hazırlanan Uzun Devreli Gelişme Planları vardır. Kuş Araştırmaları Derneği de Doğa Koruma Milli Parklar Genel Müdürlüğü ile bir protokol yaparak alanın Uzun Devreli Gelişme Planını bilâbedel hazırlamayı taahhüt etti. Bu sayede alanda yapılabilecek faaliyetleri etkin koruma anlayışı içinde düzenleyebilecektik.
Fakat biz çalışmalarımıza devam ederken Danıştay’a Milli Park kararının iptaline yönelik dava açıldı. Davayı açan avukat arkadaşımızın kötü niyeti olduğunu sanmıyorum açıkçası. Sadece alanda yapılan bu kadar çalışmadan haberdar olmadığı için bunun sıradan bir karar olduğunu düşündüğünü sanıyorum. Ülkemizde bu tür yağma olaylarına çok sık rastlıyoruz ne yazık ki.
Oysa ki bu çalışma kapsamında Türkiye’de ilk defa bir bölgenin koruma statüsü o bölgede yaşayan insanlar, kamu kurumları, kooperatifler ve dernekler tarafından belirlendi. İtirazlar ve tartışmalar olmasına rağmen sonunda bütün kurumlar bir konu üzerinde uzlaşmaya vardı. Bütün kurumlar kendi merkez teşkilatlarında kararın Bakanlar Kuruluna kadar aktarılması sürecini takip ettiler.
Milli Park kararı alındıktan sonra neler oldu? Alanda kötüye giden yeni bir değişiklik olmadı. Çünkü zaten statünün etkisi alanda gözlenmiyordu. Sadece girişteki tabelalar değiştirildi.
Ama bu arada korumaya yönelik faaliyetlere başlandı. Kaldırım Beldesi’nde Adana ili kamu kurumlarının temsilcileri, Çevre Orman Bakanlığı’nın uzmanları, Kuş Araştırmaları Derneği ekibi, Belediye başkanı, muhtarlar ile birlikte alandaki tarım alanlarının sınırlarının belirlenmesi çalışması yapıldı. Böylece yeni tarım alanlarının açılmayacağına dair bir sözleşme imzalandı.
İl Çevre Orman Müdürlüğü kumullarda bitkilendirme çalışmasına başlayacak.
Derneğimiz de Deveciuşağı köyünde Yumurtalık Lagünleri eğitim ve Tanıtım Merkezini UNDP GEF-SGP ve KYF desteğiyle restore edip hizmete açtı. Diğer sorumluluklarımızı da yerine getirmeye çalışıyoruz.
İl Tarım Müdürlüğü organik tarım, tarımda su kullanımı ve iyi tarım uygulamaları ile ilgili bir projeyi başlatacak. Alandaki kışlakların kullanacağı alternatif bir mera çalışması için bütçe hazırlandı.
DSİ Bölge Müdürlüğü, Ceyhan Nehri’nin eski yatağını ekipmanlarıyla 2 ay boyunca çalışarak temizledi ve Lagünlere tatlı su verilmeye başlandı. Bu karar alınmamış olsaydı DSİ Bölge Müdürlüğü ile işbirliği içinde yaptığımız bu faaliyetin ve mera alanı çalışmasının başladığını duyuracaktık sizlere.
Gördüğünüz gibi aslında Danıştay tarafından alanın Tabiatı Koruma Alanı olarak kalmasına ilişkin verilen bu karar alanın korunmasını değil, yok olmaya giden süreci devam ettirmeye yönelik. Kesinlikle bu kararı veren hakimlerin ve avukatların iyi niyetli olduğunu düşünüyorum ama ne yazık ki alan ve alandaki sorunlar hakkında herhangi bir fikirleri olmadığı için böyle bir karar ortaya çıktı.
Şimdi Bakanlık tekrar itiraz etti karara. Umarız bu seferki savunma daha etkin olur da Yumurtalık Lagünlerini yaşatabiliriz.
Saygılarımızla
İlker ÖZBAHAR
Kuş Araştırmaları Derneği
Yumurtalık Lagünleri Yönetim Projesi Yürütücüsü
Fotoğraf: Bahadır LAÇİN (HBLBoran)
Haber: https://yesilgazete.org/234-hak-orgutunden-ortak-aciklama-yaban-hayvanlarini-oldurme-izni-geri-alinsin/?fbclid=IwAR0n5zLrXIXXdUWUASK8p0oojfCaIOHvW_fmTze-kmn9j9ydthTSYCoHFEU